Artlens Fotoğraf Sergisi, Erhan Makas'ın fotoğrafı |
"AĞIR" KONULU ARTLENS
FOTOĞRAF& GÖRSEL KÜLTÜR ATÖLYESİ SERGİSİ (01-15 HAZİRAN 2012), İZMİR
Ağır… Çok ağır
geldi bu sergi bana… Gözümü ve yüreğimi fazlasıyla doldurdu. Karelerin hepsi çok
anlamlıydı ve çok şey anlatıyordu. Bir balerinin parmak uçlarına düşen yükünü hangimiz
merak etmişizdir? Bu estetik duruşun bir sanatçı için bedelini ve seyirci için ne
ifade ettiğini.
Yaşamımızda
kullandığımız kelimelerin yükü bazen çok ağırdır. Bir söz kimi zaman yüreğinizi
delip geçer, kimi zaman da hayatınızı tümüyle değiştirebilir.
Yağ damlası ağırdır. Lokma tatlısında
oluşturduğu lezzetin ağırlığı kadar, bıraktığı leke de ağır gelebilir döküldüğü
yere.
Tüy tek başına çok hafiftir. Ancak kaleme dönüştüğünde
anlattıkları ağırdır. Hele kalemin gücünden çare beklediğinizde… Duygularınızın
yükünden kurtarabilir sizi.
Aslında
varlığımız, sadece bugünkü görüntümüz değil, doğduğumuz andan bugüne kadar zamana
yayılan pek çok fotoğraf karesi değil midir? Eski resimler ister siyah-beyaz isterse
renkli olsun, çok konuşmaz mı dağarcığımızda? Anımsandığında, yeniden renk almazlar
mı? Çoğu zaman da ağır gelir belleğinize.
Balonu hafif sanarak yanılabiliriz. O, bir
çocuğun gökyüzüne bıraktığı umut topu olabilir. Yaşam bazen bir çocuğun yüreğine
de binebilir. Küçük bedeni bu yükü kaldırmakta zorlanır. Yaşam adaletsizdir. Siz
bunu bir çocuğun gözlerinden kolayca okuyabilirsiniz. Çünkü o gözlerde olmak
istediği başka bir çocuk vardır.
Sarıdan
kırmızıya tüm renklerin ağırlığı vardır, gözlere bindirdiği. Mor da ağır bir
renktir. O karışım bir renktir. İçinde sakladığı renklerin ağırlığından olsa
gerek; hem gözleri kamaştırır, hem de yorar.
Kahve
içildikten sonra dibinde telvesi kalır. Geleceğinizden kesit ararsınız, telvenin
desenlerinde. Anlattıklarından umutlar satın almak istersiniz… Bu; “Fala inanma
ama falsız da kalma” tümcesinde olduğu gibi kısa süreli de olsa yaşamın
ağırlığından kurtarır sizi.
“Seni Sevmiyorum” sözü çok ağır insana. Belki de bu, onun son söz konumunda
olmasından kaynaklanır. Bu tümceyi söyleyinceye kadar yaşamınızdaki bazı
insanlara “sevmek ve sevilmek” adına, ne çok şans tanımışsınızdır. Ancak onlar bunu
hiçbir zaman takdir etmedikleri gibi, sizi zamanın çöplüğüne atılmış duygusuna
kaptırmışlardır. Üstelik yarattıkları şiddetle sınırlarınızı zorlamış, ruhunuza
ya da bedeninize kalıcı zarar vermişlerdir. Bu durum sizi kendinize olan
saygınızı korumak adına, onlara mesafe koymaya zorlamıştır. Yaşamınızda onların
varlığını hep sorgulamışsınızdır. Belki de tümüyle yaşamınızdan
çıkarmışınızdır. Fakat“sevmiyorum” sözcüğünün ağırlığı
yüreğinizde bir iz olarak kalmıştır.
Kadın doğmak,
neden hala yazgıya teslim olmak ve pek çok olumsuzlukla mücadele etmek anlamına
gelmektedir. Kucağındaki ve karnındaki bebeyle birlikte, yaşamın
olumsuzluklarını da yüklenen kadının gözlerindeki çığlığı niçin kimse duymaz? Hamile
bir kadının gözlerinde çocuğunun geleceğine dair kaygının yükünü de. Belki
bunlardan birisi; çocuğunun kız doğması ve bir gün çocuk gelin olup yaşamın
vicdansızlığına kurban edilmesi endişesidir.
Bir kadına zor gelir elbet; hayallerini yüklediği kayığı bağlandığı yerden
çekip suya götürmek ve yüzdürmek. Çünkü bu kayıkta sadece onun hayalleri yoktur,
aynı zamanda onu yok sayan ağır tabular vardır. Bu durum onu huzurun parçası
olmaktan alıkoyar. Sonuçta dünyanın pek çok yerinde bir kadının hayallerini
gerçekleştirmesi zordur ve mücadele gerektirir.
Yaşam
zıtlıklardan oluşur. Bir karede bir çöpçünün küreğinde yaşam yükünü ve kaykay
oynayan çocuğun kaygısız ifadesini aynı anda bulabilirsiniz.
Bir
kaplumbağanın üzerine binen altın paralar ve kaplumbağanın altın rengi çizgileri
ve onun yüklerinden kurtulmak istercesine zıt yönde gitme isteği, elbette ki
çok anlamlı bir mesaj veriyor size. Kaplumbağa gibi, siz de yaşamınızı
sürdürebilmek adına pek çok sorumluluğu taşırken, yaşamınızdaki güzellikleri ve
farkındalıkları eyleme geçirmenin güçlükleriyle yüz yüze değil misiniz?
Gitmek her
zaman kolay olmaz. Bir bavulla sadece içine konulan eşyalar değil, ayrılık ve
hüzün de taşınır. Her gidişin dönüşü olmayabilir. Kimi zaman kendinizi; kafanız
iki elinizin arasında veya duvara yaslanmış, pek çok düşüncenin altında ezilmiş
şekilde bulabilirsiniz. Çözüm arayışı ağır gelir size.
Boş ve karanlık
bir odaya girdiğinizde pencereden sızan ışık ve duvarların gölgesi boşluğun
yükünü düşürür yüreğinize… Bıçak iyi bir araçtır belki de, böldükleriyle yükü
hafifletir. Yaşam satranç oyunu gibidir. Şah olayım derken bir hamlede mat
ediliverirsiniz. Bu yüzden alınan karar ve adımlar büyük yük bindirir
omuzlarınıza.
Antoine de
Saint-Exupéry’in “Küçük Prens”adlı eserinin, 20. ve 21. bölümde geçen öykünün
konuştuğu fotoğraf da değer verdiklerimize
karşı sorumluluk duygusunun yükünü taşıyabilmek vurgusu bakımından oldukça
anlamlıydı: Bu karede öyküdeki bazı konuşmalar yeniden canlandı belleğimizde: “İşte burada, küçük bir bahçenin içinde, aynı
çiçekten tam beş bin tane vardı!”,“Senin gülünün diğerlerinden daha önemli
olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir,” dedi, Küçük Prens. İnsanlar bu
en önemli gerçeği unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı
her zaman sorumlusun. Gülüne karşı
sorumlusun. “Gülüme karşı sorumluyum” diye tekrarladı, Küçük Prens,
öğrendiğinden emin olmak için.”
Bir ağacın yaşam
mücadelesi gösterirken, direncini yitirdiği, dallarının ağırlığına yenildiği anın
görüntüsü... Ne çok şey anlatıyor: Kendinizi yaşamın yükü altında ne kadar
güçlü sanırsanız sanın, bir gün sizi hiç planlamadığınız herhangi bir şey, en hassas
noktanızdan vurup devirebilir.
Bu sergide
ağır olan çok fazla şey vardı hiç kuşkusuz: Hüzünlü bir gözde kadın olmanın
yükü, çocuk gelinde gelinliğin yükü, gazete örtülü cesedin kaldırıma ve
yüreklere düşürdüğü yük, katlanılıp konulmuş eşyaların çağrıştırdığı duygu
yükü, bir dilencinin vicdanlara bindirdiği
yük ve onurun ayakaltındaki konumu, zamanın hızı içinde kaçırdığımız
güzellikler; su zerreciklerinin uzama düşen yükü, paranın ağırlığı, maddenin
ağırlığı, bir mezar taşının gözlere bindirdiği gözyaşı ve yüreklere bıraktığı acı
yükü, bir filin duruşunda çağrışan büyük ve ağır olmanın yeryüzüne eklediği yük,
piyanoda parmak uçlarının yüküyle ortaya çıkan güzellik, morarmış yüzüne bakan
bir kadının aynaya yansıyan keder yükü, kadının omuzlarındaki bitmeyen yükler, kara
çarşafın ruha ve bedene eklediği yük, matematik probleminin bir çocuğa ağırlığı,
bir salyangoz için kabuğunun yükü, bir çocuğa elindeki boş bidonun (boyu
büyüklüğünde) yükü, sulu baloncukları oluşturan nefes yükü, bir ihtiyarın
yüzündeki deneyim yükü, bulutların gökyüzüne yükü, bir bacanın atmosfere
verdiği kirlilik yükü, bir maden işçisinin yüzündeki kara yük, yağmur
damlasının yükü, zincirlerin ruha bindirdiği yük gibi…
Ya deniz
kıyısındaki yalnız ağacın dramına ne demeli! Onu taşıyacak toprağı akıp gitmiş.
Yaşamak için kökleriyle kayalara tutunmaya çalışıyor.
Çağımızda en
çok gereksinim duyduğumuz, değeri az bilinen şey hiç kuşkusuz ki; sevgi. O zamanın
boşluğunda asılı bırakılan bir aksesuar olmamalı. Onu doğru zamanda doğru yüreğe
yerleştirirseniz, yaşamınıza yük getirmez, aksine sizi güçlü ve mutlu kılar.
Artlens Atölyesi’ni başta bu güzelliğin mimarı
olan fotoğraf sanatçısı Sn. Nilay İşlek olmak üzere, özverili emektarı Sn. Zeynep
Uyar’ı, içten destekçisi Sn. Aynur Şahin’i ve yüreklerini karelerine aktarmada
hünerli fotoğraf sanatçıları; Aliye
Erkurtulgu, Aysu Gökçalı, Banu Öztekin, Berna Tüfek, Can Büyükkalkan, Çağsun İzmir, Duygu
Aytunç, Ecem Ceylan, Eli Simsolo, Erhan Makas, Mehmet Tiyenç, Melis
Ulusseverler, Merve Gürkan, Neslihan Bekat, Onur Fedakar, Oya Kudret, Sema
Yılmaz, Tuba Deriş, Tuba Taşer, Yağmur Tüfekçi, Yasemin Özdemir, Yöntem Kılkış’ı
yürekten kutluyorum, başarılarının devamını diliyorum. Nice karelere…
Kezban ŞAHİN TAYSUN
Araştırmacı
Mühendis-Yazar
Ağır Konulu Artlens Fotoğraf Sergisinden bir kesit |
Artlens Fotoğraf Sergisi Aliye Erkurtulgu'nun fotoğrafı |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder