“Ya ümitsizsiniz, ya da ümit sizsiniz. Ya çaresizsiniz,
ya da çare sizsiniz.”
İnsanoğlu olumsuzluğun hedef noktası olduğunda kendisini nasıl
hisseder? Bu durumda Behçet Necatigil’in
bu dizelerinden çaresizliği ümide dönüştürmeyi öğrenme şansı yakalayabilir mi?
Peki, olumsuzlukların üzerine kolayca yığıldığı bir canlı var mıdır yeryüzünde? Sorunun yanıtı açıktır. Bu, diğer canlılar içinde akıl açısından üstün gösterilen insanın iki cinsinden birine aittir. Bu; kadındır. O, bu sözcüğün içinde çoğul anlamlar taşır. Annedir; özveri örneğidir. Cennet onun ayaklarının altına serilmelidir. Eştir; gocunmadan hayatı omuzlarına yüklenir. Gelindir; geleneklere boyun eğer. Ev kadınıdır; evini düzene sokar. İş kadınıdır; ya sırtında bebesiyle tarlada ırgat ya da aklı emziremediği çocuğunda kalan bir memurdur. O bunları yaparken; tek şey diler Tanrı’dan; adı “öteki” olmadan, evrene sunduklarıyla değeri bilinmek!
Peki, olumsuzlukların üzerine kolayca yığıldığı bir canlı var mıdır yeryüzünde? Sorunun yanıtı açıktır. Bu, diğer canlılar içinde akıl açısından üstün gösterilen insanın iki cinsinden birine aittir. Bu; kadındır. O, bu sözcüğün içinde çoğul anlamlar taşır. Annedir; özveri örneğidir. Cennet onun ayaklarının altına serilmelidir. Eştir; gocunmadan hayatı omuzlarına yüklenir. Gelindir; geleneklere boyun eğer. Ev kadınıdır; evini düzene sokar. İş kadınıdır; ya sırtında bebesiyle tarlada ırgat ya da aklı emziremediği çocuğunda kalan bir memurdur. O bunları yaparken; tek şey diler Tanrı’dan; adı “öteki” olmadan, evrene sunduklarıyla değeri bilinmek!
Mitolojide Ana
Tanrıça Kibele, bereketi, toprağı, doğayı, canlılığı ve verimliliği simgeler.
Kadın doğurgandır ve hep üretkendir. Tarihin Amazon kadını ise savaşçı özelliği
ile bağlı bulunduğu topluluğu kötülüklerden koruyarak niteliklerine bir
yenisini eklemiştir. Ne yazık ki kadının başarıları sonraki devirlerde, böylesine
görkemli dile getirilmemiştir.
Ülkemizdeki toplumsal davranışlarımızda yapılan bazı yanlışlıklar,
kadına gereken saygıyı her zaman sunmadığımızı göstermektedir. Bazı gazete
manşetlerinde kadın imgesi hala “beden” demektir. Arka sayfadaki bir doğal felaket
görüntüsü küçük bir çerçeve içinde yer alırken, hemen yanında yer alan kadın
bedeni görüntüsü, onun beş katı büyüklüktedir.
Toplumun yazılı olmayan kurallarına yüzyıllardır sızan
kadınla ilgili hatalı inanışlar, onu toplumsal yaşamda geri plana itmiştir. Bu,
kadının çoğul özelliklerinin zamanla göz ardı edilmesine yaramıştır. İstatistikler
söylemektedir ki; ülkemizde 15-40 yaş arası birçok kadın kanser, trafik
kazaları ve sıtma yerine toplumsal cinsiyet kökenli şiddet nedeniyle ölmektedir
veya yaralanmaktadır. Her 3 kadından biri dövülmekte, cinsel ilişkiye
zorlanmakta veya taciz edilmektedir.
Kadın kurbanların yüzde 70’i eşleri ya da erkek arkadaşları tarafından
öldürülmektedir. Bu rakamlar aynı zamanda şunu göstermektedir ki; toplumda ruh
sağlığı bozuk insan sayısı azımsanmayacak düzeydedir. Aile içi şiddet uygulayan
erkeklerin tümünün eğitimsiz olduğu savı da geçersizdir. Kimi zaman eğitimli bir
erkek, sosyal yaşamında kadın haklarını hararetle savunurken, evinde karısına
şiddet uygulamaktadır. Üstelik bunun gerekçesini de eşinde o anda buluverdiği
bir kusura yüklemektedir.
Yapılan yanlış tutumlardan birisi; kadına yakıştırılan tek
geleceğin evlilik yaşamı olarak görülmesidir. Kız çocukları erken yaşlarda
evlendirilmektedir. Onlar karşılaştıkları olumsuzluklarda da baba ocağına geri
dönmemeye koşullandırılmaktadır. Böylece onların herhangi bir şefkat ortamına
sığınma şansı da ellerinden alınmaktadır. Bu şekilde kadını beden olarak gören zihniyete
fırsat doğmaktadır. Kimi zaman konumu değişip ona “kuma” denmektedir. Her türlü
duygusal işkenceye maruz kalmaktadır. Bazı
törelerde, onun gerek kendi isteği ile gerekse bir tecavüz ile evlilik öncesi
cinsellik yaşaması toplum dışına itilme ve aile yakınları tarafından öldürülme
sebebi olmaktadır. Burada erkeğin evlilik öncesindeki cinsel geçmişi asla
dikkate alınmamaktadır. Sonuç olarak, vicdanın yok sayıldığı ve hoşgörünün tek
cinse tanındığı bu yaklaşımlarda, kadın pek çok konuda günah keçisi ilan
edilmektedir. Kadın evlilik çatısı altında yaşadığı olumsuzlukları sineye çekmekte
ve çoğu zaman saklamaktadır. Evlilik yaşamında hayalleriyle örtüşmeyen pek çok
olaya anlam veremediği gibi, çevresine anlatmakta da güçlük çekmektedir. Kimi
zaman bulunduğu yerin hazır doğrularını kabullenip, öz güvenini yitiren bir bireye
dönüşmektedir.
Ancak kadın her zaman karşı cinsten olumsuzluk görmeyebilir.
Kadını kadına ezdiren yaklaşımların en üzücü örneği, gelin kaynana çatışmasıdır.
Kadın, bazı geleneklere göre büyüğe saygı bağlamında kendisine zulmeden kayınvalidesine
ve eşine bir tepki gösterememiş ve bu sorunlar onun ruh sağlığını bozmuştur.
Aile içinde yaşamsal sorumlulukların eşit olarak
dağıtılmaması da kadının omuzlarına binen iş yükünü arttırmıştır. Bu durum
erkeğin lehine gerçekleşmiştir. Çocukların yetiştirilmesi kadına yüklenmiştir. Onun
yetiştirdiği çocuklar da aynı olumsuzluğu devam ettirmişlerdir. Bu durum ne
yazık ki, kız çocuğunu erkek kardeşe hizmet eden konuma getirmiştir. Kadının
geri plana itilmesi onun miras dağılımından da eşit yararlanmasını
engellemiştir. Örneğin; genelde mülkün hası oğlana, daha kötüleri ise kıza
verilmiştir.
Kadın doğmak, beraberinde ona geçmişten gelen toplumsal
olumsuzluklarla doğmak anlamına da gelebilmektedir. Örneğin Sosyal davranışlarında
kötülülüğün odağı olma korkusu ile sınırlanmak (taciz, tecavüze uğrama korkusu
vb), sermaye tuzaklarına düşmekten korkmak, dışlanma hissi gibi… Kız çocuğu doğuran
kadına haksız yere damga vuran cehalet, kadının yaşamına zincirleme şekilde pek
çok olumsuzluğu eklemeye devam eder. Tecavüze uğrayan kadını, tecavüzcüsüne
ödül olarak verir. Bunu da töre ile yapar. Asıl suçlu kolayca aklanırken,
mağdur kadın bu durumu yazgı olarak yaşamaya mahkûm edilir. Bu durumda kadının kendisini
güven içinde hissettiği ortamla karşılaşması, ancak şans işidir.
Toplumda kadını ezen yaklaşımları kınamak gerekmektedir. Ruh
sağlığı bozuk eş, baba ya da erkek kardeşin, yakınındaki kadına uyguladığı
şiddet ile sakinleşme çabasını görmezden gelmek, dinmeyen toplumsal bir yarayla
yaşamak anlamına gelmektedir. “Karı koca arasına girilmez” düşüncesiyle şiddete
göz yummak, seyirci ve duyarsız toplumun oluşmasına neden olabilmektedir. Yaygınlaşmaması
gereken bu olumsuzluklara çözüm bulmak için kadının toplumsal saygınlığı konusunda
yasa koyucuların duyarlı yaklaşımlarına da gerek vardır. Unutmayalım ki bir
Türk atasözünde belirtildiği gibi; “Zulme rıza, zulümdür”
İnsan hakları cinsiyet ayrımını tanımaz. Kadın da diğer
cins gibi yaşamsal kararlarında özgür olmak ister. Dilediği insanla evlenme ve istediği
düzeyde eğitim alma hakkına sahiptir. Kadınlara haklarının öğretilmesi de
önemli konular arasındadır. Bir kusuru nedeniyle şiddete uğradığını düşünen
kadınlar ne yazık ki hala fazladır. Onların
bu haliyle çağdaş yaşama katkıları tartışma konusudur.
Her zaman mükemmellik beklenen insan cinsi yine odur. Pek
çok sorumlulukla baş etmeye çalıştığı sırada, görünüm olarak da dört dörtlük olması
dile getirilir. Bu bakış açısı da kimi zaman eşi tarafından itilmesine ve kendisini
yetersiz hissetmesine yol açabilmektedir. Belki de bu yüzden yanlış diyet yapar,
yaşamı bir dramla son bulur ve gazetelerin üçüncü sayfasına yerleşir.
Sıralanan
tüm bu olumsuzluklar toplumumuzda kadının iç dünyasında çöküntü yaratmakta ve onun
özel ve sosyal yaşamını olumsuz yönde etkilemektedir Yasa koyuculara düşen
önemli görevlerden biri, kadını kötülüğün hedef noktası olmaktan kurtaran yasaları
acil olarak çıkarmalarıdır. “Kadın Sığınma Evleri” arttırılmalı ve bunlar uzman
insanlar tarafından yönetilmelidir. Okullarda gençlere sosyal ve kültürel
faaliyetler yardımıyla çağdaş insan çizgileri tanıtılmalıdır. Gençliğe yönelik edebiyat
eserlerinde ve dizilerde erkeği kahraman, kadını ise ev hanımı gösteren geleneksel
yaklaşımlardan vazgeçilmelidir. Bunların
yerine, saygı ve sevginin ürünleri olan nezaketin ve paylaşımın aile ortamında
sağlanmasının, insan yaşamını nasıl huzurlu kıldığını gösteren yapıtlara yer
verilmelidir. Yazılı ve görsel basında şiddet haberleri yanı sıra çağdaş yaşamı
destekleyen örnek haberlere de yer verilmelidir.
Sonuçta Ulu Önder Atatürk’ün şu sözlerini akıldan çıkarmamak gerekiyor: “Bir
toplum, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir.
Kabil midir ki bir kütlenin bir parçasını ilerletelim, diğerine müsamaha edelim
de kütlenin hepsi yükselme şerefine erişebilsin? Mümkün müdür ki bir topluluğun yarısı topraklara zincirlerle bağlı
kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin?”
Tüm bu anlatılanların ışığında denilebilir ki; kadın ve
erkek, yaşama döşenen raylara benzer. Aynı hizada bulunduklarında, yüklendikleri
tren sadece mutluluk taşır.
Kezban ŞAHİN TAYSUNGüncel Sanat Kültür, Sanat ve Edebiyat ve Dergisi/ Temmuz- Ağustos 2011/ sf:10-11
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder